23 Nisan 2011

İzmir'in Milletvekili Adayları-2

Ertuğrul GÜNAY ve Binali YILDIRIM'ın adaylıklarına değindiğim yazının devamında, ülke barajını aşacak gibi görünen üç partinin seçilebilecek sıralardaki İzmir adaylarına göz atacağım. Hemen yaşadığım hayal kırıklıkları ile başlayayım. Öncelikle, kadın adayları kabul etmeye en yatkın illerden biri olmasına karşın, görünen o ki, İzmir'in 26 milletvekilindan sadece 6-7 tanesi kadın olacak. Durum o kadar vahim ki, seçilebilir iki kadın adayı da 4. sırada bulunan AKP için, Meclis'e kadın milletvekili göndermeme durumu bile söz konusu olabilir. AKP ve MHP için bu nokta pek yadırgatıcı olmasa da CHP için aynı şeyi söylemek olanaklı değil.

Kadınların parti listelerindeki durumu
AKPCHPMHP
Aday sayısı 5 6 5
Seçilebilir konumdakiler 0-2 3-4 1-2

Yukarıdaki tabloyu AKP açısından aşırı olumsuz bulanlarınız şu noktaları dikkate alırsa bana hak vereceklerdir.

  • AKP'nin 2009'daki İl Genel Meclisi Seçimi'nde %29 olan oy oranı, bu yılın Mart ayında yapılan yerel bir ankete göre %25 civarlarına düşmüş gözüküyor. YGS skandalında sergilenen kayıtsızlık ve küstahlık, bu oy oranını daha da düşürecektir.
  • 2009 Yerel Seçimleri'ndeki "sahilde yaşayan nüfusa erişmek ve onların kaygılarını ortadan kaldırmak" niyetiyle köpek maması dağıtılması benzeri yaratıcı propaganda çalışmaları bu seçimde de sürüyor. Bunlardan bir tanesini biraz sonra size aktaracağım.
  • Bazı TV kanalları ve gazetelerdeki kötü niyetli yayınların tersine, dürüstlüğüne yerel seçimlerdeki AKP'li rakibi Taha AKSOY'un bile güvendiği İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Aziz KOCAOĞLU, başarılı bir yönetim sergiliyor. Aslında bunu, söz konusu basın-yayın kuruluşlarında yapılan "AKP'liler de Aziz KOCAOĞLU'na oy veriyor" şeklindeki anket yorumlarından da anlayabilirsiniz. İkna olmadıysanız size İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin kredi notuna dair İhlas Haber Ajansı'nın sitesindeki şu haberi okumanızı tavsiye ederim.1
  • Geçmiş dönemlerdeki il yönetimleri ve AKP milletvekillerinin İzmir'e hizmet konusundaki performansı pek de iç açıcı değil.2 Geçmişte İl Başkanlığı yapmış üç kişiden birisinin listeye girememesi, bir diğerinin kazanma şansı düşük 5. sıradan aday gösterilmesi ve dokuz milletvekilinden sadece ikisinin yeniden aday gösterilmesi bunun Ankara'dan da görüldüğünün işareti.
  • BDP'nin her iki seçim bölgesinde de adayı var. Bu, AKP'nin daha yüksek oy oranına sahip olduğu Kürt kökenli İzmirliler'in oyunu BDP ile paylaşmak zorunda kalacağı anlamına gelir.

İkinci hayal kırıklığım, AKP içinde başlatılıp prematüre bir biçimde basına sız(dırıl)an "35 Sarışın Kadın" projesi. AKP İzmir İl Başkanı tarafından "İzmirli kadınların yaşam biçimlerine dair kaygılarını doğrudan Tayyip ERDOĞAN'a sormaları" şeklinde tanımlanan bu Güzin Abla projesi, ortalığa saçıldıktan sonra kurumsal olmadığı söylenerek yürürlükten kaldırıldı. Bence, onlarca kişinin katili Hizbullahçılar'ın neredeyse savunulduğu bir düşünsel iklimde, İzmir'i ve İzmir gibi olan pek çok yeri hafife alan böylesine bir Zihni SİNİR procesinin fikir babası mucitlerin sıkı bir psikanalize tabii tutulması gerekli.

Neyse, listelere geçelim. AKP listesine baktığımda, Tayyip ERDOĞAN 'ın 4 milyonluk İzmir'den bakan olabilecek nitelikte aday bulamamasını anlayamasam da, bakanları neden İzmir'e taşımayı yeğlediğini daha iyi anladım: maalesef, akademisyen Mehmet TEKELİOĞLU dışında bakanlık görevini taşıyabilecek bir aday yok. Yerel algı yaratma makineleri tarafından listenin ithal bakanlardan sonraki ağır topu olarak lanse edilen İlknur DENİZLİ, 2009 Yerel Seçimleri'nde Aziz KOCAOĞLU'nun ekibinde çalışmış ve Milliyet Ege yazarı Hamdi TÜRKMEN tarafından kaleme alınan şu haberi okuduğunuzda kendisinin bir Aziz KOCAOĞLU hayranı olduğunu düşünebilirsiniz. Ayrıca, bir diğer habere göre de—bunun dillendirildiğini çok iyi hatırlıyorum—İlknur Hanım'ın adı aynı seçimde CHP'nin Konak ilçesi belediye başkanı adaylığı için geçi(rili)yormuş.3 Anlayacağınız, iki yılda çok şeyler değişmiş ve İlknur Hanım şansını bu sefer AKP'de denemek istemiş.

Diğer adaylardan ikisi, İzmir'de yaşayanların tanıdığı isimler olan Aydın ŞENGÜL ve Nesrin ULEMA. Teşkilatın desteğini alan Eski İl Başkanı ve Kadın Kolları Başkanı olan bu adaylara itiraz etmek, sanırım, pek haklı bir yaklaşım olmaz. Ancak, Şehir Planlamacısı olan Aydın ŞENGÜL'ün Hürriyet'in 10-Haziran-2009 günlü haberine göre mesleğini icra noktasında bazen zaafa düşmesi söz konusu olabiliyor galiba.

CHP'nin listesine gelince... Tümü yüksek tahsillilerden oluşan ve seçilebilir konumlarda üç akademisyen barındıran listenin ilk sıralarına bakıldığında, Alaattin YÜKSEL dışında, İzmir'den çok Ankara'daymışız izlenimi edindim nedense. Ege Üniversitesi'nde okuyup meslek hayatına İzmir'de atılan Mustafa BALBAY'ın kişiliği, halen İzmir milletvekili olan akademisyen-ekonomist Oğuz OYAN'ın varlığı ve İzmir'in tanıdık yüzlerinden ve halen milletvekili olan Mehmet Ali SUSAM'ın Ankara doğumlu olması durumu biraz kurtarıyor. Ancak, yine de Ali TEZEL gibi birikimini tüm Türkiye ile paylaşarak kendini kanıtlamış bir İzmirli'yi dışarıda bırakırken, İzmir'le ilişkisi yılda birkaç kez gelip gitmeye sınırlı olan Güldal MUMCU'nun ilk sıraya yerleştirilmesi olmamış; Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanı İzmirli Atilla SERTEL 10. sıraya itilirken İnternet'te yazılarına tesadüf etmediğim Rıza TÜRMEN'in 2. sıraya çıkarılması hiç yakışık almamış.

CHP listesinin göze çarpan bir diğer özelliği, geleneksel sol oyları korurken orta sağdan oy alarak iktidar olma stratejisini çok belirgin bir şekilde sergiliyor olması. Bu, son 30 yıldır memleriyle (İng., meme) oynanan, örgütlenme özürlüsü nüfusa sahip ülkemizde, oldukça mantıklı bir hamle; sol oyların %30'un üzerine çıkamaması laiklik ekseninin belirleyiciliği ile birlikte düşünüldüğünde, böylesine bir hamle aynı zamanda da zorunlu. 2002'den bu yana DİSK Genel Sekreterliği görevini sürdüren Musa ÇAM ve Ankara'daki Sinan AYGÜN ve Bursa'daki Turan TAYAN ile birlikte CHP'de Süleyman DEMİREL etkisi olarak nitelenen Aytun ÇIRAY'ın aynı partide yer alması bu gerçek göz önünde tutularak ele alınmalı.

MHP'ye gelince, Merkez'in işleri oldukça basitleştirdiği görülüyor. Zira, her iki bölgenin ilk iki sırası hali hazırda milletvekili olan dört adaya verilmiş. Bu adaylardan tüm Türkiye'nin tanıdığı bir isim olan Oktay VURAL'ın varlığı, CHP'ye "angaje olması" nedeniyle İzmir'i çok etkilemese de Manisa, Aydın, Balıkesir gibi çevre illeri olumlu bir şekilde etkileyecektir. Ayrıca, İl Başkanlığı döneminde ölçülü eleştirileriyle olumlu bir imaj yaratan Müsavat DERVİŞOĞLU'nun seçilmesi de, MHP'ye oy atsın atmasın İzmirliler'in çoğu tarafından müspet karşılanacaktır.

Haberiniz ola!


  1. Keşke aynı performansı sahip oldukları teşekkülleri sattıktan sonra bile borç batağından çıkamayan ve kent projelerini Ankara'ya yaptıran Ankara ve İstanbul'daki yerel yönetimler de gösterse.
  2. Size iki örnek vereyim. İlk olarak, bölgedeki turizmcileri ve çiftçileri zor durumda bırakan fahiş ecrimisil bedeli aklıma geliyor. O günlerde, Çeşme'deki otel sahipleri deniz kıyısındaki kamu arazilerini kullanmak için Antalya'daki birim fiyatların 8-10 mislini ödemek durumunda bırakılıyor, iş böyle olunca birçok otel deniz kıyısında hizmet veremiyordu. Kim bilir kaç milletvekili kaç bakan bu sorunun çözüldüğünü yerel basına bildirdi, kim bilir kaç kez "Çözülen bir sorun daha" diye başlıklar atıldı. Ve, ister inanın ister inanmayın, aslında ortada dahi olmaması gereken bu sorunu çözmek bir yıl zaman aldı.

    Vereceğim ikinci örnek, Aziz KOCAOĞLU'nun Ankara'ya gittiği zaman bakanlık bürokratlarından gördüğü muameleden yakınması üzerine AKP İl Başkanı tarafından yapılan talihsiz yorum. Aziz Bey'in dediğine göre, bakanlıklardan birine randevu alarak gittiğinde hiçbir açıklama yapılmaksızın uzun süre bekletilmiş. Hem de bu küstahlık iki kere vuku bulmuş. Bundan daha üzücü olanı, o dönem AKP İl Başkanlığı görevini yürütmekte olan Ömür KABAK'ın yaptığı açıklama idi: "Keşke, Aziz Bey gitmeden önce bizden yardım isteseydi." Yani, 4 milyonluk bir kenti temsil eden seçilmiş bir kişi, atanmış bir kişi ile görüşmek için hükümet partisinin il temsilcisi ile görüşmeli. Parti devleti zihniyeti!
  3. Bu bana kentimizin etkin sivil toplum örgütlerinden birinde uzun süredir başkanlık yapmakta olan birini hatırlattı. 2004 yılında İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı için ANAP'tan aday olan bu sahsın, bir dönem sonra kulislerde CHP adayları arasında adı geçi(rili)yordu. Her şey vatan için! Bilmem katılır mısınız, Deniz BAYKAL iki kere İzmir'i kurtarmış galiba.

18 Nisan 2011

AKPM Genel Kurulu'ndaki Konuşmanın Düşündürdükleri

Aslında bu konuda yazmayı düşünmüyordum ama yapılan kimi yorumların hayal gücümü aşması nedeniyle kendimi tutamadım. Zira, tam olarak Kaddafi tarzında olmasa da güçlü bir ülkenin başbakanına yakıştıramadığım konuşmanın aşağıdaki örnekte olduğu gibi tribünleri ayağa kaldırdığını gördüm.
Türkiye'nin başbakanının, lafı ağzında gevelemeden, 'mıy mıy mıy' etmeden, dünyanın her yerinde Türkiye'nin tezlerini savunabileceğini, buna alışmaları gerektiğini kabul etsinler.
İşte bu kadar! Alıntının yer aldığı Yeni Şafak gazetesinin 15-Nisan-2011 tarihli İnternet giriş sayfasında bulunan bir haber resmi tamamlıyor: Başbakan'ımızın, kızı ve gelininin ABD'den vize almak için çektiği çileleri sanki kendisi yürütmenin başı değil de sıradan bir memurmuş gibi anlatıp dert yandığı ve vize için istenen belge listesinin küçültücülüğü ile kuyruklardaki zulmü es geçerek her şeyi türbansız fotoğraf talebine indirgediği günlerde çıkan bu habere göre, T.C. vatandaşlarından vize istemeyen ülke sayısının 58'e çıkmıştı. Yalnız haber de stratejik bir hata yapılmış ve vize istemeyen ülkelerin listesi de verilmişti. Ne kastettiğimi daha iyi anlamanız için listeyi dipnotlara ekledim.1

Neyse, daha fazla gevelemeden AKPM Genel Kurulu'ndaki konuşmanın soru-cevap kısmına geçelim. Bilmem tekrarlamaya gerek var mı, AB organı olmayan Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi (AKPM) Genel Kurulu aslında bağlayıcı kararlar alma gücüne sahip değil. Bunu, Türkiye ile ilgili olumsuz metinlerin kabulü sonrasında "Avrupa uzmanlarınca" yapılan yorumlardan da hatırlayacaksınız. Ancak, AKPM Genel Kurulu Avrupa ülkelerindeki genel havayı koklamak için oldukça geçerli bir gözlem olanağı sunuyor. Mesela, din özgürlükleri konusundaki [haklı fakat eksik] soru, Avrupa'nın Türkiye'yi azınlıklardan oluşan ve her an kırılıp parçalanabilir bir mozaik olarak gördüğünün bir göstergesi. Bu kimi zaman o kadar ileriye götürülebiliyor ki, Orta Asya şamanlığı, Anadolu'nun yerleşik gelenekleri ve İslam'ın harmanı olan Alevilik'in Türkmen ağırlıklı uygulayıcıları aniden bir azınlık oluveriyorlar. Tam buna kızacak darılacak gibi oluyorsunuz, yetkili bir ağız çıkıp Türkiye'deki etnik kimlik sayısında bir açık artirma başlatıveriyor ve bu sorunun aslında toplantılarda yöneltilmek üzere bazı basın mensuplarına verilen sorulardan biri gibi olabileceğini bile düşünmeye başlıyorsunuz. Gelin görün görün ki, Başbakan'ımız gönlümüze su serpiyor ve bu konudaki bir soruya verdiği cevapla herkesi danışıklı dövüşün mümkün olmadığına ikna ediyor: tüm dünya ülkelerini Mısır ve herkesi Tahrir Meydanı'ında toplanmış toplulukla karıştırıyor olsa gerek, daha önce %42'lik azınlığın gönlünü almak için yapmış olduğu gibi "Ben kefilim" deyiveriyor. Hem de, her iki elini teminatını daha ikna edici kılmak amacıyla Erdal İNÖNÜ edasıyla kullanarak.

Aslında soru-cevap kısmının zirvesi, kurumları devreden çıkarıp erkleri tek kurumun ötesinde tek kişide toplayan bu yorum değil. İnsanın içini fazlasıyla buran bu yanıt, kitap imha konusuna yapılan yorumla gölgede kalıyor. Anlaşılan, Fransız Devrimi'ne yapılan yolculuğumuzun Engizisyon'a kadar uzatılması gerekli. Zira, düşünce özgürlüğüne dair bir soruda, daha önceleri şiir okuduğu için hapse girdiğini iddia eden ve 12-Eylül-2010 referandumu öncesinde sağcısıyla solcusuyla asılan gençleri argümanlarına malzeme eden Başbakan'ımız, Ahmet ŞIK'ın kitabını bir bombanın yapımında kullanılan malzemelere benzeterek Avrupa'ya "ileri demokrasi" ihracatı yapıveriyor. Bunu yaparken de, iddianamesi bile yazılmamış olan ve toplandığı iddia edilen dellilerin şüpheli avukatlarına gösterilmemesiyle hali hazırda insanların adalete güvenlerinin sarsıldığı bir davaya gölgesini düşürdüğünü fark etmiyor bile. Ya da, tıpkı devlet zirvesinin uzlaşıyla Kayseri Belediyesi ve YGS olaylarında yaptığı gibi, mahkemeyi etki altında bırakmak istiyor.

Değineceğim son nokta, bugünlerde ortaya dökülen seçim vaatlerinin inandırıcılığı konusunda beni kuşkuya düşüren, seçim barajı sorusuna verilen yanıt. 2002 seçimleri öncesinde vaat olarak kaldırılacağı defaatle söylenen seçim barajının geçen dokuz yıl sonrasında başkası tarafından konulduğu anlaşılıyor ve halk istemedikçe kaldırılmayacağı ilan ediliyor. YÖK'ün kaldırılması noktasındaki niyet değişikliğine de ışık tutan bu yaklaşımın, İsviçre'deki minare referandumunda doğru bir biçimde hatırlanan temel insan haklarına yönelik konuların referanduma götürülemeyeceği savı ile çelişkisi ise unutuluveriliyor. Bu konuda zikredilen ve kimi basın-yayın organlarında tekrarlanan bazı AB ülkelerindeki %8'lik seçim barajı efsanesi ise, insanı ülkemizim bürokrasisindeki uzmanların yeterliği noktasında düşündürüyor.

Farkındayım, yine çok uzattım. Ancak izin verin, sizi 16-Nisan-2011 günü İzmir Kitap Fuarı'nda dinlemek şansına eriştiğim Ertuğrul MAVİOĞLU'nun konuşmasında anlattığı bir Türkiye fotoğrafı ile biraz daha yorayım. Bildiğiniz gibi, Ertuğrul MAVİOĞLU Ahmet ŞIK ile birlikte kitap yazmış olan ve son kitap imha operasyonunda adı sıkça geçen bir Radikal gazetesi yazarı. Sağa sola sapmadan, konuyu uzatmadan, şifrelere başvurmadan söylediği ise, Emniyet'te pişirilip yazılan bazı haberlerin malum gazetelerdeki kimi "gazetecilere" verildiği ve bu kişilerin bunu kullandıkları! İddianın ciddiye alınması gerekliliği ise buna nasıl inandığını söylediğinde görülüyor: pişirilip yazılan haberlerden biri yanlışlıkla listede olmayan birine iletilmiş ve kendisi de bu iletinin bir nüshasını 15-Nisan-2011 günü İzmir Barosu tarafından düzenlenen bir toplantıda görmüş. Ne diyelim, demokrasi alla Turca olunca gazeteci de alla Turca oluyor.


  1. Vize istemeyen ülkeler listesine, Balkan ülkelerinin yakın zamanda Başbakan'ımızın "fırça attığı" AB'ye gireceğini ve dolayısıyla bu listeden çıkacaklarını hesaba katarak bakın.
    Antigua, Barbuda, Arjantin, Arnavutluk, Bahamalar, Barbados, Belize, Bolivya, Bosna-Hersek, Brezilya, Ekvator, El Salvador, Fas, Fiji, Filipinler, Guatemala, Gürcistan, Haiti, Hırvatistan, Honduras, İran, Jamaika, Japonya, Karadağ, Kazakistan, Kırgızistan, KKTC, Kolombiya, Kore Cumhuriyeti (Güney Kore), Kosova, Kosta Rika, Libya, Lübnan, Makedonya, Maldivler, Malezya, Mauritius, Nikaragua, Palau Cumhuriyeti, Paraguay, St. Lucia, St. Vincent-Grenadines, Sırbistan, Singapur, Solomon Adaları, Sri Lanka, Suriye, Svaziland, Şili, Tayland, Trinidad-Tobago, Tunus, Tuvalu, Uruguay, Ürdün, Venezuela, Yemen.
    Bu arada, Körfez Savaşları sırasında bütünlüklerini korumak için Türkiye'nin kendini tehlikeye attığı Suudi Arabistan, Kuveyt ve diğer körfez ülkelerinin listede olmadığına dikkatinizi çekerim. Anlaşılan, Türkiye bir koyup üç almak yerine üçün birini almış. :-(

12 Nisan 2011

İzmir'in Milletvekili Adayları-1

Bilindiği gibi dün, 12-Haziran-2011'de yapılacak "demokrasi şöleni"nin—CHP'nin 29 ilde yaptığı önseçim dışında liderler ve lütfen danışılan kurullarca seçilen—oyuncuları (figüran?) açıklandı ve yorumlar sökün etmeye başladı. Malum koronun buyurduklarına bakılırsa, tartışmalar adayların nitelikleri ve parti programlarından ziyade, 1980 darbesi sonrasındaki tüm seçimlerde olduğu gibi, yaratılan ve yaratılacak algılar üzerinden yapılacak gibi gözüküyor. Ben de sonunda dayanadım, pek de temiz olmayan suyu biraz daha bulandırayım ve Blogger sansürü sonrasındaki ilk yazımı yaşadığım kent olan İzmir'in milletvekili adayları hakkında yazayım dedim. İşte ilk bölümle karşınızdayım.

Hepimiz biliyoruz, farklı kişiler tarafından farklı ve çelişkili beklentiler seslendirilmek suretiyle muhalefet partileri, aday listeleri hazırlanmadan önce psikopata bağlanmıştı. CHP için, sol ağırlıklı bir liste olmadığı takdirde yerel seçimlerde girdiği varoşları nasıl ele geçirebilir diyenler varken, oy tabanını genişletmek amacıyla orta sağa açılmalı ve hatta türban konusunda artık değiştiğini ikna edici bir şekilde ortaya koymalı diyenler de vardı. Aslında, ihtiyaç üzerine yerden biten kimi "aydınlar", ortama göre her iki argümanı da seslendirme maharetini gösterebiliyordu. MHP'nin durumu da pek farklı değildi: kaybettiği milliyetçi oyları kazanmak için eski ülkücülere kucak açmalı diyenler olduğu gibi, milliyetçilerin değiştiğini ve MHP'nin artık din olgusunu daha çok öne çıkararak CHP'den farklılaşması gerektiğini söyleyenler de vardı. Elbette ki, AKP listesinin—İbrahim TATLISES, Tanju ÇOLAK ve nice tiyatroya rağmen—kusursuz olacağı kesindi.

Gelin görün ki, İzmir listelerine bakıldığında vaziyetin öyle olmadığı görülüyor. AKP listesindeki ağır toplarla başlayayım. Malum kişilere inanılacak olursa, AKP İzmir'i önemsediğinin altını çizmek için iki seçim bölgesinin de başına birer bakan koymuş; 1. bölge 1. sıra adayı [Ordulu] Ertuğrul GÜNAY sol damara seslenirken, 2. bölge 1. sıra adayı olan [Erzincanlı] Binali YILDIRIM AKP'nin hizmet vizyonunu öne çıkaracakmış! Bu simgeselliğin altını çizenler herhalde önerilen algının sorgusuz kabul edilmeyeceğini düşünmüyorlar ya da düşünseler de şanslarını deneyerek üzerlerine düşen görevi yerine getiriyorlar. Ben yine de hatırlatayım: İzmir—Muş, Ağrı ve Siirt gibi "demokratik" kentlerin aksine—verilmek istenen "güzel" mesajları almakta direnecek kadar "faşist" ve "gönül gözü körleşmiş" bir kenttir!1

Ertuğrul GÜNAY'ı düşünün. Zamanında CHP liderliğine soyunmuş ve hüsrana uğrayınca, bir başka sol partide savaşmak ya da kendi partisini kurup sesini yükseltmek yerine, solculuğunu koruduğunu ve koruyacağını söyleyerek [buraya gülme efekti uygun gider gibi] ülkesine hizmet aşkıyla AKP çatısı altına koşmuş. İnsanız değişebiliriz, ama herkesin Ertuğrul Bey gibi değişmesini beklemesi çok büyük bir haksızlık. Şu heykel vakasını anımsayın. Kültür Bakanı'mız Başbakan tarafından beğenilmeyip yıkılması istenen heykelin koruyucusu olarak ortaya çıkmış ve Hükümet'in Libya politikasından birazcık daha fazla tutarlılık göstererek [buraya ağlama efekti uygun gider gibi] geri çekilmişti. Ve şimdi, kitapların basılmadan imha edildiği bir ülkenin "başarılı" Kültür Bakanı olarak, yıkılması planlanan heykeli sahiplenmek amacıyla harekete geçen Karşıyaka Belediyesi'nin bulunduğu İzmir'in gönlünü almak umuduyla joker kartı olarak öne sürülüyor.

Maalesef, Ertuğrul Bey'in sicili oldukça kabarık. Aklıma, AKM'nin mahzun hali, Emek Sineması'nın yerini saygıyla AVM'ye terketmesi, Fazıl SAY'ın Dünya Basketbol Şampiyonası açılış programındaki yerini Müslüm GÜRSES'e bırakması, bulunduğu bölge her yeri arsa ve rant olarak görenlerin ağzını sulandıran Haydarpaşa Garı'nın kendini yakması gibi olaylar geliyor. Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından—herhalde reklamcılara yeterince para aktarılmamış olsa gerek—TV'lerde yayınlatılan reklamın son karesinde bu simge binanın yer alması da işin cabası!2

Gelelim Binali YILDIRIM'a. Basından yansıyan görüntülerine bakılacak olursa oldukça sevecen birisi. Ve yine basından yansıtılana göre, sanki bazı bakanlar İzmir'e karşı olumsuz bir havadaymış da, Binali Bey İzmir'e hakkaniyetli yaklaşıyormuş gibi bir algı var. İşte bu noktada, Binali Bey'in kişiliğini köşeye koyarak, itirazımı seslendirmek istiyorum: Bakanlar, yönettikleri ülkenin kimi kentlerine hakkaniyetsiz davranmak seçeneğine sahip olabilir mi? Ödediği vergi ile İstanbul, Ankara ve Kocaeli'nin ardından dördüncü, yerinde üretim üzerinden vergide İstanbul'dan sonra ikinci olan İzmir'e bakanların haksızlık yapma lüksleri olabilir mi? Acaba, kimi bakanlar—bazı ilçeleri neredeyse tümüyle gecekondularla doldurulmuş İstanbul dururken—ödediği verginin ancak %20'sini alan "sümüklü" İzmir'e, ödediği verginin %170'ni alan "pırlanta" [ve dürüst?] Kayseri'yi örnek gösterirken Binali Bey, farklılığını nasıl gösterdi? Kampanya süresince bu noktaya açıklık getirilmesi yönündeki gayretlerin İzmirliler tarafından takdirle karşılanacağını temin ederim.

Binali YILDIRIM'ın temsil ettiği söylenen vizyon dokuz yıl boyunca İzmir'e yapılan hangi hizmetlere dayandırılıyor? Benim aklıma şunlar geliyor:
  • İzmir-İstanbul Otoyolu: Henüz başlatılan bu projenin İzmir'le olan ilgisi güzergâhtaki diğer kentlerden farklı olarak İstanbul gibi uç noktası olmasından ibaret. Hiç kimse bu projenin İstanbul'a Bursa'ya neler kazandıracağını konuşuyor mu? Bir ihtimal, İzmir'e kazandıracağından daha fazla. Dolayısıyla, ilk maliyet olarak önerilen 6,5 milyar $'ın ufak bir bölümü İzmir hesabına yazılabilir. İzmir'e dair projeleri öne çıkarmak istiyorsa Binali Bey'e önerim, 20 küsur yıldır yerel seçimlerde [uçuk] bir vaat olarak pazarlanan Körfez Geçişi'ni Hükümet'in yeni dönemde—tıpkı İstanbul ve Ankara'daki metro sistemleri gibi—bir prestij projesi olarak üstleneceğini seçim vaatleri arasına, ikna edici kaynakları belirterek, koyması.3
  • Çevre Yolunun Tamamlanması: İzmir Çevre Yolu'nun tamamlanması, bitirilmemiş kısım Karşıyaka'da bulunduğundan özellikle o taraftakiler için küçümsenemeyecek bir rahatlık sağladı. Ancak, 30 yıla yakın bir süre önce planlanıp projelendirilmiş bu hizmetin bitirilmemiş kısmı, 20+ km'lik yol ve tünel geçişlerinden ibaret. Buna göre, İstanbul'da seçimin yapılmadan tüm milletvekilliklerinin—tabii AP ve ANAP'tan sıra kalırsa—AKP'ye verilmesi gerekir.
  • Aliağa-Cumaovası Banliyö Hattı: Yapılması sırasında yaşanan aksaklıkların İzmir Büyükşehir Belediyesi hanesine yazıldığı bu projede nedense iş bittiğinde övgülerin neredeyse tümü Hükümet'e ve Ulaştırma Bakanı'na gitti. Halbuki, projedeki kamulaştırma, istasyonlar, yaya geçitleri ve kent içi geçişinin Belediye tarafından yapıldığı düşünüldüğünde durumun tam tersi olması gerektiği görülüyor. Ayrıca, metro ve bu hattaki aksaklıkların kaynakları konusunda İzmirliler'de oluşan kuşkular da cabası.4
Dolayısıyla, işlerin göründüğü gibi olmadığı söylenebilir. İzmir milletvekili adayları hakkındaki bir sonraki yazıma kadar aklınızda olsun.


  1. Kavramların içinin ne kadar boşaltıldığının farkında mısınız? Bazen, söylemek istediğim her şeyi tırnaklar içine almam gerektiğini düşünüyorum.
  2. Bilmem aynı ajansın yılsonu raporuna rasgeldiniz mi. Bu rapora inanacak olursanız, İstanbul'da yıl boyunca düzenlenen kültürel etkinliklere 10 milyon civarında insan katılmış. Çok etkileyici değil mi? O zaman, meydanlarda kurulan Ramazan sofraları ve halk konserlerinin etkinlik, bu "etkinlik"lere iştirak edenlerin "katılımcı" olarak kabul edildiğini duyduğunuzda umarım şaşkınlığınız yerini hüzne bırakmaz.
  3. Keşke, Bostanlı'dan İnciraltı tarafına İzmir'in iki yakasını yeraltından bağlayan bir raylı sistem projesi olsa da, insanlar denizden 3-4 km uzaklıktaki iki nokta arasında ulaşımı 35-40 km yol aşarak sağlamak zorunda kalmasa.
  4. İhalelerin tarihçesini vererek bu noktayı açmaya çalışayım. Sıkıntılar, İzmir Metrosu'nun Üçyol-Üçkuyular ve Ege Üniversitesi-Bornova Merkez hatlarının Bayındır Holding'ten sonraki ikinci yüklenicisi olan Bozoğlu İnşaat'ın yaşadığı ekonomik zorluklar nedeniyle projede ilerleme kaydedememesi sonrasında başlıyor. Nedense, bundan sonra yapılan ihalelere yapılan itirazlarda bir patlama yaşanıyor. Mesela, yeni kurulmuş ve kimi zaman adresleri anılan inşaat şirketinin İzmir Temsilciliği ile aynı binada olan sembolik sermayeye sahip şirketler itirazda bulunuyor ve Kamu İhale Kurulu (KİK) 2-3 ay süren bir sürecin ardından bu itirazları kabul ediyor. Belediye'nin sonunda mahkemeye götürdüğü bir KİK kararı mahkemece bozuluyor ve nihayet işler iki yıllık bir gecikme sonrasında rayına giriyor.