07 Mayıs 2011

2023 Vizyonu... Bu Profesyonellerle mi?

Seçim atmosferi bazılarımızı oksijensiz bırakmış olsa gerek, ortalığı uçuk kaçık projeler bastı ve AB, Kıbrıs, Kuzey Irak gibi dış sorunlarla işsizlik, ÖSYM'nin bitmek bilmeyen skandalları, terör, İnternet'e sansür, günlük siyasi ihtiyaçları karşılamak için orasından burasından çekiştirile çekiştirile paçavraya dönen adalet mekanizmalarını tartışmak varken, İstanbul'un nüfusunu 20+ milyona çıkaracak bir projeyi tartışır olduk. Ben de bu yazıda, Türkiye'nin profesyonel geçinen kesiminin hali ortadayken, 25.000 $'lık kişi başına gelirle özetlenebilecek hayal ticaretinin içi boş algılar yaratmaktan öteye geçmeyeceğini anlatmaya çalışacağım.1

Ama ilk önce, 2023 Vizyonu'nun yıldızı olan Kanal İstanbul procesinin benzerlerinin nerelerde gerçekleştirilmeye çalışıldığına şöyle bir bakalım. Benim kısa sürede sağda solda okuduklarımdan edindiğim izlenim, böylesine procelerin ülkelerin büyüklüklerinden ziyade liderlerin megalomanlığıyla doğru orantılı olduğu yolunda. Vereceğim örneklerden ne demek istediğimi anlarsınız umarım. İlk örnek, Yalçın DOĞAN'ın bir televizyon programında verdiği Bükreş'e devasa bir göl ile deniz getirme procesi. Romanya'nın sosyalist diktatörü CAVUŞESKU tarafından başlatılan bu proce, diktatörün yıkılması sonrasında durdurulmuş. Şimdilerde ise, Rumenler açılan deliği kapatmak için finansman arıyorlarmış. İkinci örneğim, Mustafa BALBAY'ın 6-Mayıs-2011 tarihli yazısından. İlgili kısmı aynen aşağıya alıyorum. Bilmeyenler için söyleyeyim, öykümüzün kahramanı Ferdinand MARCOS zamanının Filipinler diktatörüydü ve aşırı müsrif olan karısı İmelda MARCOS da binlerce çiftten oluşan ayakkabı kolleksiyonu ile ünlüydü.
... ülkenin kuzeyine giderken büyük bir otoyoldan geçtik. Boguio o kadar büyük bir kent olmadığı halde otobanın çok büyük olmasını şöyle anlattılar.
Orada Marcos'un bir dağı var. Koca bir dağı var. Koca bir dağı kendi üstüne geçirdi. Bir de büyük otoyol projesiyle başkente bağladı.
Neyse, asıl konuya dönelim. Argümanımın temel dayanağı, ülkemizdeki düşünce ikliminin meslek sahibi profesyoneller yerine iş takipçisi ve güce tapan, değişken kıbleli gukiler (gölgesi uzun küçük insanlar) üretmesidir. Çok önemli olduğunu düşündüğüm istatistik cemaatinden başlayayım. Malum, insanoğlunu diğer hayvanlardan ayıran en önemli özellik, sınırlı kaynaklarını en değerli serveti olan beynini verimli bir biçimde kullanarak ve paydaşlarıyla birlikte yaptığı planlama ile hedeflerine ulaşmaya çalışmasıdır. Tarih öncesi insanlarının mamutları uçurum kenarına çekip düşürerek gıda gereksinimlerini karşılamayı düşünmesi ile 21.yüzyılda şirketlerin üretim/kâr hedefleri koyması bu açıdan ele alındığında aslında aynı şeydir.2 İş böyle olunca, planlamaya girdi sağlayan istatistiksel veri toplama da en az planlama kadar önemli oluyor. İstatistikleri iyi olmayan ülkeler yatırımcı cezbedemiyor, çarpıtarak elde edenler ise bir türlü gerçek yatırımcıyı çekemiyor. İşte, tam bu noktada Türkiye adeta yıldızlaşıyor. Örnek mi istiyorsunuz, alın size işsizlik rakamlarının hesaplanması. Gerçek veriler yerine anketle elde edilmesi yetmiyormuş gibi, anketin oluşturuluşu ve sonuçlarının yorumlanması bu ülkede istatistikçi yok mu diye sordurmanın yanısıra meslek ahlâkı kalmadı mı diye isyan ettiriyor. Ülkemizin istatistik kurumu olan TÜİK'in bir yıl kadar önce yaptığı bir değişiklik ile bir kişinin işsiz sayılması için, iş bulmaktan umudunu kesmemesi gerekliliğine ek olarak son bir ay içinde bir saatten az çalışması gerekiyor. Bir diğer deyişle, anketöre iş bulmaktan umudumu kestim diyecek olursanız, ne mutlu size, işsiz değilsiniz; son bir ay içinde bir saat—önceden bu sınır bir gündü—veya daha fazla calışıp gelir elde ettiyseniz, hadi ordan kabul edin, siz de iş sahibi mutlu bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşısınız diyerek kesip atıyor TÜİK.

İş, istatistiklerin yayınlanması ile daha bir sinir bozucu hal alıyor. Çünkü, gazeteci-ekonomi uzmanı/hocası ikilisinin performansı TÜİK'in performansını aratmıyor. Mesela, gazetecinin, ay kız biz çok büyüdük de mi, demesi üzerine ekonomist arkadaş alıyor sazı eline ve döktürüyor. İspanya'da işsizlik %21 imiş de, Türkiye krizde Avrupa ülkelerinden ayrışmış da... Nedense, yorumda istatistiğin elde edilişine, Avrupa'da %70 civarında olan işgücüne katılım oranının Türkiye'de %48.4 oluşuna, kendi veya başkasının tarlasında ırgat olarak çalışan ve sefalet içinde yaşayan %25'lik köylü nüfusuna hiç sıra gelmiyor. Gün gelir, AKP'den milletvekilliği adaylığı beklemediğini listelerin ilan edildiği gün açıklayabilen Yiğit BULUT'un sıfır uluslararası bilimsel makalesi bulunan ekonomistlere yönelttiği ısmarlama sorular yerine elbette birileri zor soruları da sorar diyorsunuz ama olmuyor işte. Çünkü, holdingin madencilik sektöründeki şirketinin sebep olduğu iş kazalarının ve gazete-tv satın alınırken kullanılan 750 milyon $'lık kredilerin geçiştirilmesi ancak Gazi ERÇEL gibi Merkez Bankası müdürü iken manipülasyon yapanların Sabah gazetesinde yazı yazmasıyla, Haber Türk kanalında yorum yapmasıyla örtülebiliyor.3

İş böyle olunca, hukuka inancını yitirmemiş biri olarak belki yüzünüzü yargıya dönebilirsiniz. Ancak, dikkat edin, gözünüz kamaşmasın. Çünkü, Cumhurbaşkanı'nın kaç yıl makamında kalacağı konusunda uzlaşamamakla4 uygarlık tarihinde bir ilke imza atan yargımız, bir muhasebecinin önderliğinde Anayasa Mahkemesi'ni temyiz mahkemesine çevirmekle meşgul. Eldeki kanıtlara dayanarak değil, kanıt elde etmek ve yaratmak için yapılan baskınlarmış, sanık avukatlarının müvekkilleri aleyhindeki kanıtları görememeleriymiş bunlar hepsi boş şeyler. Varsa yoksa, AİHM'de rekortmen olan ülkemizin dava sayısını azaltmak için Anayasa Mahkemesi'ni bir Engizisyon'a çevirmek ve AİHM süzgecini ortadan kaldırmak. Ha, bir de ülkemizi Taliban ile aynı sınıfa sokan heykel yıkılmasına yürütmeyi durdurma kararı veren yargıcı atamayla cezalandırırken, yürütmeyi durdurma kararını alelacele kaldıran yargıcı ödüllendirmek.5

Korkmayın, aslan üniversitelerimiz, geleceğin Türkiye'sini şekillendirecek gençlerimizi şekillendiren hocalarımız var diyorsanız, bakkaldan kolay açılan üniversiteler ve her yıl artan kontenjanlara ses çıkaramayan hocalarımızın din adamları ve tarikat liderleriyle evrim kuramını tartışmakla meşgul olduğunu ve Dünya'nın düz mü yuvarlık mı olduğunu tartışmaya hazırlandığını söylesem durumu anlarsınız herhalde. Doğrunun yanlışa, mantığın safsataya üstünlüğünü Batı'nın zulmü olarak gören pek çok biyoloji, jeoloji, vb. dallardaki demokrat hocalarımız, sonunda bilime de demokrasiyi sokmuş ve Adem'in 30 metre olduğunu, eski insanların bilgisayar kullandığını, Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Çanakkale'de savaşmadığını göstererek Cumhuriyet Devrimi'nin aslında pis bir komplo olduğunu ispatlamakta ve bilimden yanlışlanabilirlik ve nesnelliği çıkararak bir inkilap—lütfen kullandığım sözcüklerin noktalarına dokunmayın!—yapmaktalar.6 Dolayısıyla, embriyonik kök hücre çalışmalarının 2004 yılında düzenleme yapılana kadar durdurulsun denerek yasaklanması, ÖSYM'deki kepazelikler zinciri, kadın teninin tecavüzü haklı kılan bir tahrik unsuru olduğunu savunan hocalar veya İnternet'teki sansüre karşı savaşmak size düşüyor, onlara değil.

Son bir umut olarak sanata ve sanatçıların gönül gözüne güveniyorsanız, Dolmabahce'deki toplantıya çağrılan Hülya AVŞAR, İbrahim TATLISES, Seda SAYAN gibi kişilerden kaçının sanatçı—yani, yaratıcı7— sıfatını hak ettiğini düşünün derim. Bir de, bu toplantıya Fazıl SAY gibi evrensel yeteneklerin çağrılmadığını buna ekleyin. Elde var, hüzün değil mi? O zaman, hüznünüzü kahıra çevirmeme izin verin de size tiyatrodaki sakız şovuyla başlayan türban harekatını ve Kültür Bakanı'mızın bu saygısızlığı tiyatro sanatçısı Tolga TUNCER'i maaş cezasıyla cezalandırarak kapattığını hatırlatayım.

İşin özeti, Türkiye yine gerçek gündemini tartışmıyor. 3G teknolojisine 4G teknolojisinin denenmeye başladığı tarihlerde 112. sırada geçen, Avrupa'nın yarısı olan İnternet erişim hızıyla dünya 59'uncusu bulunan, sansürde adı Çin, İran, Kuzey Kore ile anılan ülkemizde durumun 12-Ağustos-2011'de yürürlüğe girecek filtre ile daha da kötüleşeceği gün gibi ortadayken; mahkemeler hak aranan yerler olmaktan çıkıp karşıt görüşlerin cezalandırıldığı, toplum düşmanı kişi ve görüşlerin zaman aşımı gerekçesiyle salındığı yerler haline dönmüşken; bilimselliğin bir kaygı olmadığı öğrenim kurumlarında öğrenim değil talim-terbiye veriliyorken; ülkemiz demokratikleşme kisvesiyle gözümüzün önünde bölünüyorken; vergi listelerinde adı bile olmayan bir gukinin Kanal İstanbul'a 30 milyar $ vermesini televizyonlara taşıyıp bunu tartışmak olsa olsa CAVUŞESKU ve MARCOS'a geç kalmış bir saygı duruşudur.


  1. Bu noktada, Osman ALTUĞ'un önerdiği çok basit bir makullük testi var: 25.000 $'lık kişi başına gelirle, dört kişilik bir ailenin yıllık geliri 100.000 $'a ulaşıyor. Diğer bir deyişle, dört kişilik ortalama Türk ailesinin evine ayda 8.333 $ girmesi gerekir. Bu size makul geliyor mu? Yok, aslında o rakam satın alma gücünü gösteriyor, asıl rakam daha düşük diyorsanız size katılırım. Ama, sizin de benimle birlikte yetkililere, bizimle dalga geçmeyin demenizi beklerim. Çünkü, yurtdışına giden ya da İnternet'ten alışveriş yapan yurttaşlarımız diğer ülke vatandaşlarından daha az para ödemiyor. Küreselleşmeden bu kadar çok konuşup Türk insanını kendi evine hapsetmek ne kadar tutarlı olabilir ki?
  2. Türkiye'nin en uzun yüksek büyüme döneminin planlamalı ekonomi politikalarının izlendiği 1960'larda olması boşuna değil.
  3. Tümcenin uzunluğu için özür dilerim. Ancak, başka hangi gelişmiş ülkede böylesine vahim bulgular bir arada bulunabilir ve hangi ülkenin kamuoyu bu kadar uzun süre bunu göz ardı edebilir? Siyasi iktidar, yandaşlarına gazete-tv satın alması için devlet bankası (ve yurtdışından) kredi bulacak, maden kazasında dokuz madencinin üstüne koskoca dağ çökecek ve bunlar neredeyse haber kanallarının bültenlerinde geçiştirilecek, olur mu böyle şey? Bunun içine görevini kötüye kullanarak spekülasyon yapıp 10 ay hapis yiyen Merkez Bankası müdürünü ve jöleli basını da katarsanız tabii ki olur. Olanın adına da ileri demokrasi denir.
  4. Dünyada bir benzeri var mı acaba? İktidar partisi milletvekillerine soruluyor: Cumhurbaşkanı'nın görev süresi kaç yıl? Abdullah GÜL sempatizanı olanlar 7, R. Tayyip ERDOĞAN taraftarı olanlar 5 derken kimileri, önemli değil zamanı geldiğinde karar veririz, diyor. Hukukçular arasında da, maalesef, benzer bir uzlaşı eksikliği var. Benim görüşüm, böylesine bir belirsizlik ve ciddiyetsizlik kabile devletlerinde bile olmaz!
  5. Bir sonraki adım, bu kadarı da olur mu demeyin, Ferhat SARIKAYA'nın Deniz Feneri davasının başına getirilmesidir gibi geliyor bana.
  6. Size gerçeküstü gelebilir ama verdiğim örneklerin hepsi doğru ve kimi zaman akademik titr taşıyan kişiler tarafından savunuluyor. Bu palavraların bir çeşitlemesi için, Turgut ÖZAKMAN'ın yazdığı Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele-Yalanlar, Yanlışlar, Yutturmacalar kitabını okumanızı ve çocuklarınıza okutmanızı öneririm.
  7. Sanayi ile aynı kökten gelen sanat, Arapça'da yaratmak, üretmek anlamına geliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.