21 Mayıs 2011

İzmir Belediyesi'nin Suçu Ne?

30 yıl önce bana rakibimin zeki mi, aptal mı olmasını istersin diye sorsalardı, test sınavlarına alışmış bir Türk çocuğu olarak, tabii ki aptal olsun derdim. Ancak zamanla, cehaletle karılıp çoğunluğun kendini ifade ediş biçimi olarak sunulduğunda aptallığın, mücadelesi zor, çok gaddar bir silah olabileceğini anladım ve rakibimin/düşmanımın en az benim kadar zeki olmasını ister oldum. Zira, evrimin görünmez çarkları aptallık memini ödüllendirmeye başladığında, öngörülemezliğin sonucu olarak beliren tablo, toplumun vicdan sahibi bireylerden oluştuğunu ve ilişkilerin/kuralların mantık çerçevesinde tanımlanması gerektiğini düşünen insanlara çaresizlik ve öfkeden başka bir şey vermiyor. İşte, geçenlerde İzmir Büyükşehir Belediyesi ve ikisi İzmir biri Aydın'da üç ilçe belediyesine yapılan baskından sonra bir İzmirli olarak duygularımı sanırım en güzel bu infial açıklıyor.

Elbette ki, tadilatlarla neredeyse her gün değiştirilen imar planlarının kentleşmenin olmazsa olmazı olarak kabul edildiği bir ortamda, Türkiye'ye geçmişten gelen büyüklüğünü hatırlatmak savındaki bir iktidarın gözde başkanlarından Melih GÖKÇEK'in, AB'ye üye adaylığına kabulü gündüz vakti havai fişeklerle kutlaması veya 17 yıldır başında bulunup devraldığındaki uzunluğuna tek bir santim bile eklemediği metro inşaatını törenle hükümete devretmesi başarı olarak addedilebilir. Elbette ki, Michigan Üniversitesi'nde iki hoca, üç-beş tane yüksek lisans öğrencisi tarafından hazırlanan Kanal İstanbul Projesi'nin dahiyane bir fikir olarak alkışlandığı bu ortamda, devlet kurumlarının elinden çekilerek alınan arsaların özel imar düzenlemeleri ile özel sektöre peşkeş çekilmesi büyük birer başarıdır. Elbette ki, ... Yeter ki, aptal olun veya sizden beklenen aptal rolünü iyi oynayın!

Neyse, yazımızın konusu olan İzmir Belediyesi'ne dönelim. İşin kökleri aslında 2004'deki yerel seçimlerde ortaya çıkan sonuçlara dayanıyor. 2002 Genel Seçimleri ile 2004 Yerel Seçimleri arasında pek fazla baskılanmayan İzmir'deki yerel yönetimler, CHP'nin kazandığı seçimler sonrasında deyim yerindeyse Ankara'nın gadrine uğruyor. Ne var ki, bu gerçek yerel algı yaratma makineleri tarafından, Ahmet PRİŞTİNA'nın ölümüyle başkanlığın Aziz KOCAOĞLU'na geçmesi sonrasında, Aziz Bey'in Ankara ile ilişkileri Ahmet Bey kadar iyi kuramaması şeklinde yorumlanıyor. Bu tarihten sonra, İstanbul ve Ankara için bir-iki tane olan bakanlık bürokratlarınca açılan dava sayısı, İzmir için yılda yüzlerle ölçülür hale geliyor.1 Bir örnek vererek bu davaların ne niyetlerle açıldığı kararını size bırakayım. Bilenleriniz bilir, İzmirliler özellikle hafta sonları sahil boyunca yürür ve keselerinin el verdiği ölçüde bir kafede, birahanede veya balık restoranında bir şeyler yiyerek/içerek denizin keyfini çıkarmaya çalışır. 1999 yılında inşa edilen Pasaport tarafındaki seyir terasları da daha çok dar gelirlilere hitap eden bu yerlerden birisidir ve yerel seçim yenilgisi sonrasında Bayındırlık İl Müdürlüğü'nce 2004 yılında—AKP'nin iktidara geldiği 2002'de değil!—açılan davaya kadar sorun olmamıştır. Değişik bakanlıkların bürokratları tarafından defaatle açılan davalar sonrasında çıkan yıkım kararları, 750 milyon $'lık Vakıfbank kredisi sayesinde AKP'ye yakınlığı ile bilenen Çalık Grubu'nca satın alınan Yeni Asır'da kimi zaman, Belediye seyir teraslarını yıkacak, şeklinde duyurulur. Amacın ne olduğunu siz anlayın. Haa, bu arada, yedi yıl geçmesine rağmen henüz bir yıkım yok.

Dedim ya, hem olanları anlamanız hem de aynı zamanda dinginliğinizi koruyabilmeniz mümkün değil; en iyisi bireylik iddiasını bırakıp aptalı oynamak. Ama insan yine de sormadan edemiyor: Ankara'da üzerinden enerji nakil hattı geçen bir AVM'nin inşa edilmesi, İstanbul'da Yıldız Üniversitesi'nin elinden alınarak yok pahasına "başarılı bir girişimciye" satıldıktan sonra imar tadilatıyla yapılan yoğunluk artırımı birer hizmet olarak algılanırken, adaletin çarkları nasıl oluyor da İzmir'de dönmeye başlıyor? Cevabı çok basit olan bu soruyu, Ockham'ın usturasıyla beynimi doğradıktan sonra aptallara yaraşır bir şekilde karmaşıklaştırarak yanıtlayayım. Birinci sebep: İzmir Büyükşehir Belediyesi 2011 başı itibariyle bünyesindeki taşeron işçi sayısını sıfırladı. Bunu yaparken de, özel sektörün her şeyi daha verimli yapacağı varsayımı ile özendirilen taşeronluğun vicdan sahibi herkesi isyan ettiren çirkin yüzünü ortaya çıkararak bir çok "girişimciyi" de telaşlandırdı. Çünkü, taşeron işçileri toplu sözleşme hakkı olan belediye işçileri yapma noktasında sağlanan %30'luk maaş artışı sonrasında bile, belediyenin taşeron şirkete ödediğinden fazla ödemesi gerekmiyordu. İnsan, 2009 seçimleri öncesinde aylardır maaş alamayan İstanbul'daki işçilerin haber bültenlerinde pek yer bulmayan gösterilerini hatırlamadan edemiyor.2

İkinci sebep ise, Aziz KOCAOĞLU'nun İzmir halkı indindeki imajını zedelemek ve mahkemelerce alınan gizlilik kararı ile seçim arifesinde karanlığa gömülecek tartışma ortamında bundan yararlanmak. Ancak, olayların başlangıcında belediye binası önünde kendiliğinden toplanan binlerce kişilik kalabalık bunun geri teptiğini gösteriyor. Yandaş basının yaptığı yayınlar sayesinde yavaş yavaş ortaya çıkan atılı suçların içeriğine bakıldığında da, insan Ankara ve İstanbul'daki belediye başkanlarının neden hala yerlerinde oturduğunu sormadan edemiyor. Bu yayınlara bakılacak olursa, 300.000 €'luk seçenek varken yerel seçimler öncesinde apar topar ve ihalesiz bir şekilde alınan [yokuş çıkamayan] 1.200.000 €'luk metrobüslerin alımı takdire şayan bir hizmet iken, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin İzmir'in kırsal kesimindeki bir üretici kooperatifinden destekleme alımı yaparak okullardaki öğrencilere süt dağıtması büyük bir suç oluşturuyor. Tabii standart bu şekilde konulunca, Bayındır'daki bir diğer üretici kooperatifinden alınan ve kent merkezindeki meydanları süsleyen çiçekler de bir insanlık suçu oluyor. Uygulanması gereken yöntem, bilmeyenleriniz için söyleyeyim, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin yaptığı gibi, milyonlarca €'yu Avrupalı kardeşlerimize aktararak Hollanda'yı zengin etmek.3

Bir diğer suç var ki, insana, devletin kontrolörleri yıllardır İzmir Belediyesi'nden çıkmadı, bula bula bunu mu buldu, dedirtiyor. Atılı suç, ilçe belediyelerden birinin hizmet binasına eklenen batar katın yapımında müteahhite ödenen fazla para nedeniyle halkın parasını çarçur etmek. Çarçur edilen para ise batar katın alanı ile yapıldığı iddia edilen ödemenin temel aldığı alan arasındaki 15 santimetrelik—evet, yanlış okumadınız, on beş santimetre—uzunluk farkından kaynaklanıyor. 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri bağlamında opera ve konser salonu bulunmayan İstanbul'a "harcanan" bir milyar € civarındaki para henüz hatırlardayken, bunun ortaya atılması İzmir'e değil Türkiye'deki tüm aklı başındaki insanlara hakarettir. Ama, durun bitmedi; suçun ortağı olan müteahhit, 15 cm farktan kaynaklanan fazla ödemenin kendisi tarafından iade edildiğini belgeleriyle birlikte basına açıkladı.

Garip ülkedeyiz anlayacağınız. Gün geliyor, Melih GÖKÇEK ülkenin en saygın üniversitelerinden biri olan ODTÜ'yü, pek çoğu kendi zamanında yapılmış olan binaları ruhsatsız olmaları nedeniyle yıkmakla tehdit ediyor;4 gün geliyor, İstanbul'da kentsel dönüşüm denilerek binlerce kişi evlerinden ediliyor ve söz konusu yerler başkalarına satılıyor. Ve birileri çıkmış size, var olmayan suçlardan dolayı İzmir Belediyesi'ne kuşkuyla bakmanızı söylüyor. Amaç, mümkünse basında değilse kahvelerde, asılsız argümanlar üzerine kurulan yapay bir gündem yaratarak kafaları bulandırmak. Yandaş gazetelerde işin vehametini aktarmak için verilen bir bilgiye atıfta bulunarak yanıtlayayım: beş yılda yapılan izleme ve dinlemeler sonucunda çıka çıka bu mu çıktı?5 Aziz KOCAOĞLU'na olan güvenimi tazelediğiniz için teşekkürler!

  1. Tesadüfe bakın, benzer bir artış 2009 yılından itibaren Adana ve Antalya'da da ortaya çıkıyor.
  2. İzmir'deki ilçe belediyelerinde taşeronlaşma çok azaltılmış olmakla birlikte henüz sıfırlanmış değil. Dolayısıyla, İstanbul'da yaşananın bir benzerinin şu sıralar Konak Belediyesi'nde de yaşanıyor olması insanı şaşırtmıyor. İnsanı şaşırtan, basının ve AKP'nin bunu (ve taşeronlaşmanın hazin sonuçlarını) işleyemiyor olması.
  3. Şu tesadüfe bakın ki, yerel seçimler öncesinde, Hollanda aşkı dinmiş olsa gerek, İstanbul Büyükşehir Belediyesi de söz konusu üretici kooperatifinden alım yaparak aynı suçu işledi. Bu arada, Bayındır'da belediye seçimleri yapılan karşılıklı itirazların sonrasında birkaç oy farkla AKP'nin oldu.
  4. Yaygın bir iddiaya göre Melih GÖKÇEK bunu, hakkında açılan davalarda bilirkişi raporlarını ODTÜ yerine Gazi Üniversitesi'nden hocalara yazdırma ortamını yaratmak için yapmış. Aramızda husumet var, bilirkişiyi değiştirin hesabı, anlayacağınız. Bu arada, ruhsatsız binalardan söz etmişken, Kadir TOPBAŞ sel felaketi sonrasında yıkacağını söylediği nehir yatağındaki kuzenlerine ait tatlı imalathanesini yıktı mı?
  5. Bu bana Kenan EVREN'in, olgunlaşsın diye bir yıl daha bekledik, demesini hatırlattı. Yandaş basının okurlarını işin ne kadar vahim olduğuna inandırmak için yaptığı bir abartı gibi gelen bu bilgi, insanın, beş yıl suçlar artsın olgunlaşsın diye mi beklediniz, diye sormasına neden oluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.