27 Haziran 2013

Onaylanmayan İmparatorluk Projesi, Ekonomik Başarı Palavrası ve Başyüce'nin Çöküşü

Bir aralar, kahve milletinin ve altın günleri ahalisinin gözdesi siyaset alimlerinin en güzide tiradıydı: Türkiye dünyanın en zengin bor rezervlerine sahipti ve ABD (veya o günlerin düşman ülkesi) geliştirdiği teknolojiyi Türkiye'nin elinin altındaki zenginlikten yararlanmasını engelllemek için hasisçe kendisine saklamaktaydı. Sanki, Dünya üzerindeki tüm ülkeler işi gücü birakıp Türkiye'nin gönenci için saçını süpürge etmek zorundaymış gibi! İşte, bugünlerde yandaş medyada insanların zekasıyla alay etmecesine yayılmaya çalışılan dış kaynaklı komplo teorilerinin özü de bu üçüncü dünya ülkesi kompleksine dayanıyor. İçerdikleri savların aptallıkları kadar ateşle savunulan iddialara inanılacak olursa, siyasi kariyerine Hikmetyar'ın dizlerinin dibinde başlayıp Büyük Ortadoğu Projesi'nin (BOP) eş başkanlığına kadar yüksel(til)en Başyüce'miz, imparatorluk kurma projesinde çelmelenmekte ve dış mihrakların yurdumuzdaki maşaları tarafından haince kösteklenmeye çalışılmaktadır.1

Çok değil daha bir ay önce, Beyaz Saray bahçesinde sesini özlediği dostunun yanında ahmak ıslatan yağmurundan Amerikan askerlerinin açtığı şemsiyeyle korunması bile ülkemize kazandırdığı prestij olarak yorumlanan baş aktör adayı, sanki artık figüran rolü almakta bile zorlanacakmış gibi gözüküyor. Zira, aynı zamanda yapımcı olan senarist, oyuncuların doğaçlama yapamayacağını hatırlatarak aslında jönümüzün aktörlük kariyerinin dublörlükle sınırlı olduğunu ilan etti. Dolayısıyla, paydaşları ile yaptığı görüşmeler sırasında bacak bacak üstüne atarak vücut dili yoluyla ortaya konan 'kararlılık' ve 'özgüven' mesajları bundan sonra pek alıcı bulamayacak gibi. Ne de olsa, olmadık görüntülerden 'büyük devlet adamı' portresi çıkaran yabancı basın kuruluşları ve onların yurdumuz içindeki uzantıları, artık dış mihraklı bir komplonun aşağılık oyuncuları. Cilalama işinin TRT ve eş dostun sahibi olduğu kanallara sınırlandırılması ise uzun vadede sürdürülebilir bir seçenek değil. (Eyvah, yeni kanallara ve gazetelere el konulacak demek ki!) Özetin özeti, ne mutlu bize ki, neredeyse bir nesneye dönüştürüldüğümüz Asch deneyi2 artık bitti. Artık İsrail'e danışıklı dövüşle çekilen "van minüt"ü değil, ABD'nin askerlerimizin başına çuval geçirmesini takiben "Ne notası, müzik notası mı?", "Büyük devletler özür dilemez" denilerek sergilenen çaresizliklerin ve ABD askerlerinin evlerine sağ salim dönmesi için yapılan duaların açıktan açığa konuşulması zamanı geldi.

Evet, Asch deneyini ülkemiz üzerinde uygulayanlara inanacak olursak ekonomimiz ayrışmış ve Türkiye'miz gezegenin parlayan yıldızı haline gelmiştir. IMF'ye olan borcumuz sıfırlanmış, dışsatımımız (ihracat) 150 milyar $'a ulaşmış, son on yılda kişi başına gelirimiz 3,500$'dan 10,500$'a çıkmış ve dünyanın 16. büyüğü olan ülkemizin [adında hala T.C. barındıran] Merkez Bankası rezervlerini 128-130 milyar $'a yükseltmiştir. Bütün bu dudak uçaklatıcı başarılar, bir parçası topraklarımızda bulunan Kürdistan'ın kurulması ile daha da hız kazanarak sürecektir. Bir diğer deyişle, osuruktan parfüm üretme iddiasındaki gölge veremeyecek kadar küçük insanlara göre ülkemiz, küçülürken etki alanı büyüyen ve gelişen ilk ülke olarak siyaset tarihine adını yazdırmaktadır.

Taksim Gezi Direnişi sonrasında kurulmasının onaylanmadığını Büyük Birader'in manipülasyon araçlarından defaatle işittiğimiz imparatorluğun ekonomik mucizesini oluşturan palavraları deşifre etmeye kişi başına düşen gelirden başlayalım. Bu amaçla, aşağıya Türkiye ve Çin'in aynı dönem içerisindeki büyümelerini aldım. (Kaynak: Index Mundi) İstatistikleri yorumlarken Türkiye'deki yıllık nüfus artışının %1,5 civarındayken, Çin'de sıfıra yakın olduğunu unutmayın. Dolayısıyla, kişi başına gelirin artışını kabaca bulmak için Türkiye'nin rakamlarından 1,5 puan çıkarmanız gerekirken Çin'in rakamlarını değiştirmenize gerek yok.

Türkiye ve Çin'in büyüme istatistikleri (%)
2002200320042005200620072008200920102011
Türkiye 7,8 5,8 8,27,45,34,51,1-4,78,28,5
Çin 8 8 9,19,110,211,999,110,39,2

Görüldüğü gibi, AKP'nin hükümet ettiği yıllarda Çin Türkiye'yi katlamış. Çin'in dünyanın büyüme şampiyonu olduğu anımsanacak olursa, bunda eleştirilecek bir nokta yok.3 Ancak, aynı kaynaktan kişi başına gelir rakamlarına baktığınızda iş değişiyor.

Türkiye ve Çin'in kişi başına gelir istatistikleri ($)
2002200320042005200620072008200920102011
Türkiye 7.000 6.7007.4008.4009.00012.00011.90011.50012.30014.700
Çin 4.400 5.000 5.6006.8007.7005.4006.0006.7007.6008.500

Görüldüğü gibi, büyümede Türkiye'ye her yıl fark atan Çin'in kişi başına geliri söz konusu dönemde %93,1 artarken, Türkiye'de aynı gösterge %110 artış göstermiş. İşin içinde bir bit yeniği var değil mi? Yanıt basit: AKP hükümeti, 2006 ve 2010 yıllarında—yani, 2007 ve 2011'deki genel seçimlerin öncesinde—milli geliri hesaplama yöntemini değiştirdi ve her iki defasında da gelirimiz bir gecede %20-30 civarında artış gösterdi.

Dışsatım rakamlarındaki balonla devam edelim. Aşağıdaki sorular ve bu soruların yanıtları, işin vehametini iyice ortaya koymakta.
  • Dışsatımın ne kadarını yüksek teknoloji ürünleri oluşturmakta? %2'nin altında! Bu ülkemizin tekstil ve turizm gibi emek yoğun sektörlere alternatif geliştiremediği ve orta gelir tuzağına düştüğü anlamına geliyor. Dolayısıyla, doların konjonktürel düşüklüğü ve hesaplamalarda yapılan oyunlarla ortaya konmaya çalışılan sahte refah tablosu bile sürekli değil. Dışsatımımızın sürmesi için Pakistan, Bangladeş gibi ülkelerle yarışıp onların yaşam koşullarının toplumumuzun büyük bir kesimine kabul ettirilmesi maalesef zorunlu görünüyor.
  • Dışsatımın dışalımı (ithalat) karşılama oranı ne durumda? %60 civarında! Yani, 60 $'lık mal satarken 100 $'lık mal alıyoruz. Mesela, eskiden ülkemizde ürettiğimiz otomobil yedek parçası artık Vietnam, Meksika ve diğer ülkelerden ithal ediliyor, parçaların monte edilmesiyle ortaya çıkan araba ise Türkiye'nin Avrupa'nın otomotiv üssü olduğu aldatmacasıyla birlike bir övünç kaynağı olarak sunuluyor. İşin kısası, dışalımı artırmadan dışsatımı artıramıyoruz. Dış ticaret açığımızı azaltmak yönünde önlemler alındığında ise dışsatımımız da azalıyor ve şişirme büyüme rakamları çakılıyor.
  • Dış ticaret açığı nasıl karşılanıyor? Nasıl olacak, piyasalardan alınan borçlar ve 2002 öncesinde binbir güçlükle inşa edilen kamu kuruluşları ve kaynaklarının özelleştirme (yabancılaştırma) adı altında peşkeş çekilmesi ile!

Bu noktada, bir diğer gurur vesilesi olan Merkez Bankası rezervlerine bakalım. Öncelikle, biriktirilme biçimine bağlı olarak rezerv yüksekliğinin iyi yönde bir gösterge olarak görülebileceği görüşünü teslim edelim. Ama .... Yaşadığımız sıkıntıya açıklık getirmeden önce şu tabloya bir göz atalım.4

Bazı ülkelerin dışsatım, dışalım ve rezerv değerleri (milyar $)
Dışsatım (1)Dışalım (2)(1)/(2) (%)*Rezerv (3)(3)/(2) (%)**
Türkiye 154,2 225,668,3135,24559,9
Arjantin 81,2 68,5 118,5 41,861,0
Brezilya 256 238,8 107,2 377,5158,1
Güney Afrika 101,2 106,8 94,8 54,9851,5
Kazakistan 88,61 42,82 206,9 28,2966,1
Macaristan 105,1 98,2 107.0 67,768,9
Meksika 298,5 301,5 99.0 128,342,6
Polonya 192,3 206,5 93,1 99,9348,4
Sırbistan 11,35 19,2 59,1 15,5681,0
Tayland 226,2 217,8 103,9 177,881,6
* Dışsatımın dışalımı karşılama oranı.
** Rezervlerin dışalımı karşılama oranı.

Türkiye ile benzerlik gösteren ülkelerin dış ticaret ve rezerv değerlerinin verildiği tabloya göre, dışsatımın dışalımı karşılama oranı söz konusu olduğunda Türkiye sadece Avrupa'nın yalnız ülkesi Sırbistan'dan daha iyi durumda. [Türkiye'ye ilişkin değerin göreceli iyi büyüme performansı sergilenen 2012 sonuna ait olduğu düşünüldüğünde aradaki 9 puan farkın aslında daha az olduğu görülecektir.] 25-30 milyar $'lık turizm gelirleri hesaba katıldığında 45 milyar $'lık kaynak bulma zorunluluğuna işaret eden bu durum, çok övünülen rezervlerimizin gerçekten de sihirbazlık yoluyla biriktirildiğini düşündürebilir. Doğru ya, 10 yıldır sürekli cari açık veren bir ülke nasıl olur da bu kadar rezerve sahip olabilir? Kısa yoldan yanıtlamak gerekirse, 1944 Bretton Woods sisteminin (G7 (aslında ABD) + IMF + Dünya Bankası)5 içindeki tüm ülkeler, zora düştüklerinde sıkıntılarının bulaşıcı hastalık gibi yayılmasını önlemek ve dışalıma konu malları satan şirketleri korumak adına, dışalımlarının en azından 5-6 aylık kısmını karşılayacak miktarı rezerv olarak bulundurmak zorunda. [Yunanistan gibi iflas etmiş veya İspanya gibi zorda bulunan ülkelerde bu oran bir süre için bozulabilir.] Cari fazla veren ülkeler için bu koşulu sağlamak o kadar zor değil; fazla olarak ortaya çıkan meblağ rezervlerin yükselmesini sağlayacaktır. Yukarıdaki tabloda listelenen beş ülke için geçerli olan bu duruma en güzel örneği, her yıl 200+ milyar $ fazla vererek 4 trilyon $ rezerv biriktiren Çin teşkil etmektedir. Ancak, Türkiye gibi müzmin cari açıklı bir ülke için durum o kadar da parlak değil. İkiz kardeşler olarak karşımıza çıkan iki tanıdık 'çözüm' var: özelleştirme (yabancılaştırma) adı altında ulusal birikimlerinizin peşkeş çekilmesi ve sözünüzün pek geçmemesi nedeniyle kimilerinin faiz lobisi olarak adlandırdığı uluslararası piyasadan ülke riskine göre belirlenen faizle borçlanmak. Bunun ne anlama geldiğini şöyle bir düşünelim. Topu çevirmek adına birikmiş borçlarınızın faizi ile içinde bulunduğunuz yılda oluşacak cari açık toplamını piyasadan karşılamalısınız. Bunu rezervlerinizden karşılayamazsınız, karşılasanız bile söz konusu miktarı daha sonra yerine koymak zorundasınız. Dolayısıyla, küresel baş aktörlerin son yıllarda izlediği gevşek para politikaları nedeniyle, eskiye oranla düşük bir faizle, mesela %6 ile, borçlanacaksınız. Bu, rezerv olarak biriktirdiğiniz 130 milyar $'ı taşımanın 7,8 (130 * 0,06) milyar dolarlık bir yıllık maliyeti olacağı anlamına gelir. Adeta kötü günler için bir köşede bekletilen bu paranın getirisi ise neredeyse sıfırdır. Bu paradan kazanmanız için rezerv portföyünüzü iyi oluşturarak parite ve altın fiyatlarındaki oynamalardan kazançlı çıkmayı hayal edebilirsiniz ama bu plan geri de tepebilir. Dolayısıyla, paranın bol olduğu bir dünyada, rezervlerinizi yüksek faizle dağıtılmak üzere finans kurumlarına veremeyeceğinize göre, borçlanarak aldığınız bu para her yıl milyarlarca $'ı yurttaşlarınızın cebinden faiz lobisi olarak nitelediğiniz çetenin cebine hortumlamaktadır. IMF'ye olan borcun sıfırlanıp borç verir hale gelen ülke olma iddiası da aynı argümanlar nedeniyle içi boş bir çöpten adamdır. Maliyeti yüksek bir biçimde borçlanarak başkalarına borç vermek veya rezerv biriktirmek en yalın ifadeyle Züğürt Ağa rolünü oynamaktır. Yapmanız gereken, her yıl onlarca milyar $ artan dış borcu azaltmaya dönük yapısal tedbirler almaktır.

Gelelim şu bölgesel güç olma iddiasındakilerin 16. büyük ekonomi olma argümanına. Öncelikle, medyada pek söylenmese de istatistik kitaplarında defalarca yazılmış olan şu noktayı yineleyelim: Türkiye, son 40 yıldır dünyanın 14. ila 18. büyük ekonomisi olma özelliğini taşıyor. Sıralamamız ülke performansımız ve diğer ülkelerin durumuna göre bir yukarı bir aşağı gidip geliyor. Dolayısıyla, bundan övünülecek bir şeyler çıkartmak tarihimizi 2002'den başlatmak küstahlığından başka bir şey değil. Ayrıca, son istatistiklere göre, şu anki yerimiz 18. sıra!

Evet, özetlemek gerekirse durum hiç de söylendiği gibi parlak değil. Yaklaşan yerel seçimler nedeniyle piyasaların rahatlayacağı ve seçimlere kadar ekonominin büyüyeceğini düşünenlerden iseniz hayal kırıklığına uğrayacaksınız derim. Yıllardır serseri mayın gibi gidecek yer arayan ucuz para asıl sahibine dönmeye başlıyor. Ağustos böcekleri için sağdan soldan yemek istemenin vakti yakındır. İyisi mi aşınıza el uzatmaya hazırlananlara karşı tetikte olun. Çünkü mevsim Abdullah ÖCALAN'ın 'sayın'dan 'terörist'e döndüğü mevsimdir; müreffeh ülke söyleminin yerini yalnız fakat gururlu insanların ülkesi söylemi almakta, geleceğe dair temelsiz hayaller sınırsız bir geçmişe öykünme ile süslenmektedir.

NOT: Bu kadar olumsuzluk içinde gülümsemeyi hatırlamak için size Zaytung haber sitesine takılmanızı öneririm. Naçizane tavsiyem, son bir ayın çok güzel bir özetini oluşturan şu haberle başlamanız.


  1. Başyüce, devletten aldığı bursu Paris'teki kumar masalarında yediği için kulağından çekilerek Türkiye'ye getirilen ve son teknoloji kamyonun 3 bin TL olduğu 1950'lerde örtülü ödenekten aldığı 147 bin TL ile siyaset dünyasının aktörlerinden olmaya çalışan Necip Fazıl KISAKÜREK'in devletin tepesi için öngördüğü figürün unvanı. Beyefendinin buyurduğu "en mükemmel" yönetim şemasına göre, bir çeşit kurucular meclisi tarafından seçilen Başyüce, yaşadıkça aynı makamda kalacak ve toplumsal yaşamın tüm boyutlarıyla ilgili her biri yasa hükmünde kararlarla ülkeyi yönetecektir. Faşist rejimlerin İslami uyarlaması olan bu öneriyi, yakın zamana kadar dillendirilmekte olan bölgesel valliklerle birlikte düşünün. Halkın oylarıyla seçilen 20-30 bölge valisi, temsil ettikleri bölgenin nüfus büyüklüğüne bakılmaksızın yapılan oylamada Başyüce'yi seçer ve .... Eyvah!!!
  2. Bu deney, sahip olduğu yüksek eğitim düzeyine rağmen Alman halkının II. Dünya Savaşı sırasında neden insanlık dışı uygulamalara itiraz etmediğini sorgulayan deneylerden sadece birisi. Bireyin düşünme yeteneğinin kollektif düşünceye mahkum edilmesiyle ortadan kaldırılabileceği sonucunu ortaya koyan bu deneye göre, yanlış olduğu bilinen şeyler 'rol modeller' ve 'medya' tarafından yinelenmek suretiyle gerçek olarak kabul ettirilebilir. Bunun için, toplumun bir bölümünün bu tuzağa düşmesi yeterlidir. Çünkü, geri kalan kitlenin azımsanamayacak bir kısmı toplumla uyumsuzluğun olumsuz etkilerini düşünerek 'doğru yolu' seçecektir.

    Tavsiyem, YouTube'da "Asch experiment" aramasından sonra karşınıza çıkacak videoların birkaçını izlemeniz. Yolunuz düşmüşken, "Milgram experiment" ve "Stanford prison experiment" aramalarının sonuçlarına da bir göz atınız. Yaşayacağınız deneyimin çevrenizdeki Stockholm sendromu belirtilerini daha iyi anlamanıza yardım edeceğinden eminim.
  3. Aslına bakılırsa, Çin'in büyüme şampiyonluğu ciddiye alınabilecek ülkeler arasında geçerli olan bir unvan. İrili ufaklı tüm ülkeleri kapsayan istatistiklere bakıldığında, Çin çoğu zaman podyumu göremiyor bile. Mesela, 2012 yılı büyüme beklentileri sıralamasında savaşın yaralarını sarmaya çalışan Libya %121,9 ile ilk sırayı alırken Çin kendine ancak 18. sırada yer bulabiliyor. Türkiye'nin sırasını mı merak ettiniz? Medyada savrulan palavraları açığa vuran yanıta iyi hazırlanın: 112! Bu veriyi yorumlarken, 2012 büyümemizin altın ihracatı kandırmacasının katkısıyla bile öngörülen %2,9 yerine %2,2 olarak gerçekleştiğini de unutmayın. İnanmayanlarınız, 2013 yılı değerleri ile güncellemeden önce şu sayfaya bakabilirler.
  4. Tablo ülkeler bazında farklı zamanların değerlerini yansıtmakla birlikte, sözkonusu fark birkaç ay ile sınırlıdır.
  5. Bileşenlere kredi derecelendirme kurumlarını da katmakta yarar var gibi gözüküyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.