Bilindiği gibi dün, 12-Haziran-2011'de yapılacak "demokrasi şöleni"nin—CHP'nin 29 ilde yaptığı önseçim dışında liderler ve lütfen danışılan kurullarca seçilen—oyuncuları (figüran?) açıklandı ve yorumlar sökün etmeye başladı. Malum koronun buyurduklarına bakılırsa, tartışmalar adayların nitelikleri ve parti programlarından ziyade, 1980 darbesi sonrasındaki tüm seçimlerde olduğu gibi, yaratılan ve yaratılacak algılar üzerinden yapılacak gibi gözüküyor. Ben de sonunda dayanadım, pek de temiz olmayan suyu biraz daha bulandırayım ve Blogger sansürü sonrasındaki ilk yazımı yaşadığım kent olan İzmir'in milletvekili adayları hakkında yazayım dedim. İşte ilk bölümle karşınızdayım.
Hepimiz biliyoruz, farklı kişiler tarafından farklı ve çelişkili beklentiler seslendirilmek suretiyle muhalefet partileri, aday listeleri hazırlanmadan önce psikopata bağlanmıştı. CHP için, sol ağırlıklı bir liste olmadığı takdirde yerel seçimlerde girdiği varoşları nasıl ele geçirebilir diyenler varken, oy tabanını genişletmek amacıyla orta sağa açılmalı ve hatta türban konusunda artık değiştiğini ikna edici bir şekilde ortaya koymalı diyenler de vardı. Aslında, ihtiyaç üzerine yerden biten kimi "aydınlar", ortama göre her iki argümanı da seslendirme maharetini gösterebiliyordu. MHP'nin durumu da pek farklı değildi: kaybettiği milliyetçi oyları kazanmak için eski ülkücülere kucak açmalı diyenler olduğu gibi, milliyetçilerin değiştiğini ve MHP'nin artık din olgusunu daha çok öne çıkararak CHP'den farklılaşması gerektiğini söyleyenler de vardı. Elbette ki, AKP listesinin—İbrahim TATLISES, Tanju ÇOLAK ve nice tiyatroya rağmen—kusursuz olacağı kesindi.
Gelin görün ki, İzmir listelerine bakıldığında vaziyetin öyle olmadığı görülüyor. AKP listesindeki ağır toplarla başlayayım. Malum kişilere inanılacak olursa, AKP İzmir'i önemsediğinin altını çizmek için iki seçim bölgesinin de başına birer bakan koymuş; 1. bölge 1. sıra adayı [Ordulu] Ertuğrul GÜNAY sol damara seslenirken, 2. bölge 1. sıra adayı olan [Erzincanlı] Binali YILDIRIM AKP'nin hizmet vizyonunu öne çıkaracakmış! Bu simgeselliğin altını çizenler herhalde önerilen algının sorgusuz kabul edilmeyeceğini düşünmüyorlar ya da düşünseler de şanslarını deneyerek üzerlerine düşen görevi yerine getiriyorlar. Ben yine de hatırlatayım: İzmir—Muş, Ağrı ve Siirt gibi "demokratik" kentlerin aksine—verilmek istenen "güzel" mesajları almakta direnecek kadar "faşist" ve "gönül gözü körleşmiş" bir kenttir!1
Ertuğrul GÜNAY'ı düşünün. Zamanında CHP liderliğine soyunmuş ve hüsrana uğrayınca, bir başka sol partide savaşmak ya da kendi partisini kurup sesini yükseltmek yerine, solculuğunu koruduğunu ve koruyacağını söyleyerek [buraya gülme efekti uygun gider gibi] ülkesine hizmet aşkıyla AKP çatısı altına koşmuş. İnsanız değişebiliriz, ama herkesin Ertuğrul Bey gibi değişmesini beklemesi çok büyük bir haksızlık. Şu heykel vakasını anımsayın. Kültür Bakanı'mız Başbakan tarafından beğenilmeyip yıkılması istenen heykelin koruyucusu olarak ortaya çıkmış ve Hükümet'in Libya politikasından birazcık daha fazla tutarlılık göstererek [buraya ağlama efekti uygun gider gibi] geri çekilmişti. Ve şimdi, kitapların basılmadan imha edildiği bir ülkenin "başarılı" Kültür Bakanı olarak, yıkılması planlanan heykeli sahiplenmek amacıyla harekete geçen Karşıyaka Belediyesi'nin bulunduğu İzmir'in gönlünü almak umuduyla joker kartı olarak öne sürülüyor.
Maalesef, Ertuğrul Bey'in sicili oldukça kabarık. Aklıma, AKM'nin mahzun hali, Emek Sineması'nın yerini saygıyla AVM'ye terketmesi, Fazıl SAY'ın Dünya Basketbol Şampiyonası açılış programındaki yerini Müslüm GÜRSES'e bırakması, bulunduğu bölge her yeri arsa ve rant olarak görenlerin ağzını sulandıran Haydarpaşa Garı'nın kendini yakması gibi olaylar geliyor. Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından—herhalde reklamcılara yeterince para aktarılmamış olsa gerek—TV'lerde yayınlatılan reklamın son karesinde bu simge binanın yer alması da işin cabası!2
Gelelim Binali YILDIRIM'a. Basından yansıyan görüntülerine bakılacak olursa oldukça sevecen birisi. Ve yine basından yansıtılana göre, sanki bazı bakanlar İzmir'e karşı olumsuz bir havadaymış da, Binali Bey İzmir'e hakkaniyetli yaklaşıyormuş gibi bir algı var. İşte bu noktada, Binali Bey'in kişiliğini köşeye koyarak, itirazımı seslendirmek istiyorum: Bakanlar, yönettikleri ülkenin kimi kentlerine hakkaniyetsiz davranmak seçeneğine sahip olabilir mi? Ödediği vergi ile İstanbul, Ankara ve Kocaeli'nin ardından dördüncü, yerinde üretim üzerinden vergide İstanbul'dan sonra ikinci olan İzmir'e bakanların haksızlık yapma lüksleri olabilir mi? Acaba, kimi bakanlar—bazı ilçeleri neredeyse tümüyle gecekondularla doldurulmuş İstanbul dururken—ödediği verginin ancak %20'sini alan "sümüklü" İzmir'e, ödediği verginin %170'ni alan "pırlanta" [ve dürüst?] Kayseri'yi örnek gösterirken Binali Bey, farklılığını nasıl gösterdi? Kampanya süresince bu noktaya açıklık getirilmesi yönündeki gayretlerin İzmirliler tarafından takdirle karşılanacağını temin ederim.
Binali YILDIRIM'ın temsil ettiği söylenen vizyon dokuz yıl boyunca İzmir'e yapılan hangi hizmetlere dayandırılıyor? Benim aklıma şunlar geliyor:
Hepimiz biliyoruz, farklı kişiler tarafından farklı ve çelişkili beklentiler seslendirilmek suretiyle muhalefet partileri, aday listeleri hazırlanmadan önce psikopata bağlanmıştı. CHP için, sol ağırlıklı bir liste olmadığı takdirde yerel seçimlerde girdiği varoşları nasıl ele geçirebilir diyenler varken, oy tabanını genişletmek amacıyla orta sağa açılmalı ve hatta türban konusunda artık değiştiğini ikna edici bir şekilde ortaya koymalı diyenler de vardı. Aslında, ihtiyaç üzerine yerden biten kimi "aydınlar", ortama göre her iki argümanı da seslendirme maharetini gösterebiliyordu. MHP'nin durumu da pek farklı değildi: kaybettiği milliyetçi oyları kazanmak için eski ülkücülere kucak açmalı diyenler olduğu gibi, milliyetçilerin değiştiğini ve MHP'nin artık din olgusunu daha çok öne çıkararak CHP'den farklılaşması gerektiğini söyleyenler de vardı. Elbette ki, AKP listesinin—İbrahim TATLISES, Tanju ÇOLAK ve nice tiyatroya rağmen—kusursuz olacağı kesindi.
Gelin görün ki, İzmir listelerine bakıldığında vaziyetin öyle olmadığı görülüyor. AKP listesindeki ağır toplarla başlayayım. Malum kişilere inanılacak olursa, AKP İzmir'i önemsediğinin altını çizmek için iki seçim bölgesinin de başına birer bakan koymuş; 1. bölge 1. sıra adayı [Ordulu] Ertuğrul GÜNAY sol damara seslenirken, 2. bölge 1. sıra adayı olan [Erzincanlı] Binali YILDIRIM AKP'nin hizmet vizyonunu öne çıkaracakmış! Bu simgeselliğin altını çizenler herhalde önerilen algının sorgusuz kabul edilmeyeceğini düşünmüyorlar ya da düşünseler de şanslarını deneyerek üzerlerine düşen görevi yerine getiriyorlar. Ben yine de hatırlatayım: İzmir—Muş, Ağrı ve Siirt gibi "demokratik" kentlerin aksine—verilmek istenen "güzel" mesajları almakta direnecek kadar "faşist" ve "gönül gözü körleşmiş" bir kenttir!1
Ertuğrul GÜNAY'ı düşünün. Zamanında CHP liderliğine soyunmuş ve hüsrana uğrayınca, bir başka sol partide savaşmak ya da kendi partisini kurup sesini yükseltmek yerine, solculuğunu koruduğunu ve koruyacağını söyleyerek [buraya gülme efekti uygun gider gibi] ülkesine hizmet aşkıyla AKP çatısı altına koşmuş. İnsanız değişebiliriz, ama herkesin Ertuğrul Bey gibi değişmesini beklemesi çok büyük bir haksızlık. Şu heykel vakasını anımsayın. Kültür Bakanı'mız Başbakan tarafından beğenilmeyip yıkılması istenen heykelin koruyucusu olarak ortaya çıkmış ve Hükümet'in Libya politikasından birazcık daha fazla tutarlılık göstererek [buraya ağlama efekti uygun gider gibi] geri çekilmişti. Ve şimdi, kitapların basılmadan imha edildiği bir ülkenin "başarılı" Kültür Bakanı olarak, yıkılması planlanan heykeli sahiplenmek amacıyla harekete geçen Karşıyaka Belediyesi'nin bulunduğu İzmir'in gönlünü almak umuduyla joker kartı olarak öne sürülüyor.
Maalesef, Ertuğrul Bey'in sicili oldukça kabarık. Aklıma, AKM'nin mahzun hali, Emek Sineması'nın yerini saygıyla AVM'ye terketmesi, Fazıl SAY'ın Dünya Basketbol Şampiyonası açılış programındaki yerini Müslüm GÜRSES'e bırakması, bulunduğu bölge her yeri arsa ve rant olarak görenlerin ağzını sulandıran Haydarpaşa Garı'nın kendini yakması gibi olaylar geliyor. Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından—herhalde reklamcılara yeterince para aktarılmamış olsa gerek—TV'lerde yayınlatılan reklamın son karesinde bu simge binanın yer alması da işin cabası!2
Gelelim Binali YILDIRIM'a. Basından yansıyan görüntülerine bakılacak olursa oldukça sevecen birisi. Ve yine basından yansıtılana göre, sanki bazı bakanlar İzmir'e karşı olumsuz bir havadaymış da, Binali Bey İzmir'e hakkaniyetli yaklaşıyormuş gibi bir algı var. İşte bu noktada, Binali Bey'in kişiliğini köşeye koyarak, itirazımı seslendirmek istiyorum: Bakanlar, yönettikleri ülkenin kimi kentlerine hakkaniyetsiz davranmak seçeneğine sahip olabilir mi? Ödediği vergi ile İstanbul, Ankara ve Kocaeli'nin ardından dördüncü, yerinde üretim üzerinden vergide İstanbul'dan sonra ikinci olan İzmir'e bakanların haksızlık yapma lüksleri olabilir mi? Acaba, kimi bakanlar—bazı ilçeleri neredeyse tümüyle gecekondularla doldurulmuş İstanbul dururken—ödediği verginin ancak %20'sini alan "sümüklü" İzmir'e, ödediği verginin %170'ni alan "pırlanta" [ve dürüst?] Kayseri'yi örnek gösterirken Binali Bey, farklılığını nasıl gösterdi? Kampanya süresince bu noktaya açıklık getirilmesi yönündeki gayretlerin İzmirliler tarafından takdirle karşılanacağını temin ederim.
Binali YILDIRIM'ın temsil ettiği söylenen vizyon dokuz yıl boyunca İzmir'e yapılan hangi hizmetlere dayandırılıyor? Benim aklıma şunlar geliyor:
- İzmir-İstanbul Otoyolu: Henüz başlatılan bu projenin İzmir'le olan ilgisi güzergâhtaki diğer kentlerden farklı olarak İstanbul gibi uç noktası olmasından ibaret. Hiç kimse bu projenin İstanbul'a Bursa'ya neler kazandıracağını konuşuyor mu? Bir ihtimal, İzmir'e kazandıracağından daha fazla. Dolayısıyla, ilk maliyet olarak önerilen 6,5 milyar $'ın ufak bir bölümü İzmir hesabına yazılabilir. İzmir'e dair projeleri öne çıkarmak istiyorsa Binali Bey'e önerim, 20 küsur yıldır yerel seçimlerde [uçuk] bir vaat olarak pazarlanan Körfez Geçişi'ni Hükümet'in yeni dönemde—tıpkı İstanbul ve Ankara'daki metro sistemleri gibi—bir prestij projesi olarak üstleneceğini seçim vaatleri arasına, ikna edici kaynakları belirterek, koyması.3
- Çevre Yolunun Tamamlanması: İzmir Çevre Yolu'nun tamamlanması, bitirilmemiş kısım Karşıyaka'da bulunduğundan özellikle o taraftakiler için küçümsenemeyecek bir rahatlık sağladı. Ancak, 30 yıla yakın bir süre önce planlanıp projelendirilmiş bu hizmetin bitirilmemiş kısmı, 20+ km'lik yol ve tünel geçişlerinden ibaret. Buna göre, İstanbul'da seçimin yapılmadan tüm milletvekilliklerinin—tabii AP ve ANAP'tan sıra kalırsa—AKP'ye verilmesi gerekir.
- Aliağa-Cumaovası Banliyö Hattı: Yapılması sırasında yaşanan aksaklıkların İzmir Büyükşehir Belediyesi hanesine yazıldığı bu projede nedense iş bittiğinde övgülerin neredeyse tümü Hükümet'e ve Ulaştırma Bakanı'na gitti. Halbuki, projedeki kamulaştırma, istasyonlar, yaya geçitleri ve kent içi geçişinin Belediye tarafından yapıldığı düşünüldüğünde durumun tam tersi olması gerektiği görülüyor. Ayrıca, metro ve bu hattaki aksaklıkların kaynakları konusunda İzmirliler'de oluşan kuşkular da cabası.4
- Kavramların içinin ne kadar boşaltıldığının farkında mısınız? Bazen, söylemek istediğim her şeyi tırnaklar içine almam gerektiğini düşünüyorum. ↑
- Bilmem aynı ajansın yılsonu raporuna rasgeldiniz mi. Bu rapora inanacak olursanız, İstanbul'da yıl boyunca düzenlenen kültürel etkinliklere 10 milyon civarında insan katılmış. Çok etkileyici değil mi? O zaman, meydanlarda kurulan Ramazan sofraları ve halk konserlerinin etkinlik, bu "etkinlik"lere iştirak edenlerin "katılımcı" olarak kabul edildiğini duyduğunuzda umarım şaşkınlığınız yerini hüzne bırakmaz. ↑
- Keşke, Bostanlı'dan İnciraltı tarafına İzmir'in iki yakasını yeraltından bağlayan bir raylı sistem projesi olsa da, insanlar denizden 3-4 km uzaklıktaki iki nokta arasında ulaşımı 35-40 km yol aşarak sağlamak zorunda kalmasa. ↑
- İhalelerin tarihçesini vererek bu noktayı açmaya çalışayım. Sıkıntılar, İzmir Metrosu'nun Üçyol-Üçkuyular ve Ege Üniversitesi-Bornova Merkez hatlarının Bayındır Holding'ten sonraki ikinci yüklenicisi olan Bozoğlu İnşaat'ın yaşadığı ekonomik zorluklar nedeniyle projede ilerleme kaydedememesi sonrasında başlıyor. Nedense, bundan sonra yapılan ihalelere yapılan itirazlarda bir patlama yaşanıyor. Mesela, yeni kurulmuş ve kimi zaman adresleri anılan inşaat şirketinin İzmir Temsilciliği ile aynı binada olan sembolik sermayeye sahip şirketler itirazda bulunuyor ve Kamu İhale Kurulu (KİK) 2-3 ay süren bir sürecin ardından bu itirazları kabul ediyor. Belediye'nin sonunda mahkemeye götürdüğü bir KİK kararı mahkemece bozuluyor ve nihayet işler iki yıllık bir gecikme sonrasında rayına giriyor. ↑
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.